Geçtiğimiz hafta Budapeşte ve Szeged’i kapsayan muhteşem bir yolculuğa çıktım. Macaristan’ın bu iki güzel şehri, hem tarihi zenginlikleri hem de doğal güzellikleriyle beni büyüledi. Seyahatim sırasında hem planladığım hem de beklenmedik güzelliklerle karşılaştım. Yolculuğum boyunca çektiğim fotoğraflarla birlikte, gezi izlenimlerimi sizlerle paylaşmak istiyorum.

Bu yazı belki de kendi seyahat listenize yeni yerler eklemek için size ilham olacaktır. Hazırsanız, Budapeşte’nin büyülü atmosferinden Szeged’in sıcak misafirperverliğine doğru uzanan yolculuğuma birlikte çıkalım.

Tuna nehrinin ayırdığı şehrin, Buda ve Peşte kıyılarını birleştiren Chain (Zincir) Köprüsü üzerinde yürürken, tarihi dokusuyla şehrin ruhunu hissettim ve o anın tadını çıkardım. Ayaklarımın altında parıldayan Tuna nehri ve karşıdaki Buda’nın ihtişamı, yolculuğumun unutulmaz anlarından biriydi.

Karşı kıyıya geçtiğimde, tüm ihtişamıyla Matthias Klisesi ve Balıkçı Tabyası beni selamladı; adeta bir masalın içindeymişim gibi hissettim. Şehrin tarihi dokusu ve mimari şaheserlerini yakından görmek çok etkileyiciydi.

Old Town (Eski Şehir)’ın dar ve taş döşeli sokakları beni zamanda geriye götürdü. Eski Şehir’de dolaşırken Buda Kulesinin heybetli silueti her köşeden kendini gösteriyor; bu tarihi bölgenin zerafetini ve görkemini tamamlıyordu. 174 basamak tırmanarak ulaştığım Buda Kulesinin tepesinden izlediğim panoramik manzara ile hem şehrin tarihine hem de doğal güzelliklerine hayran kaldım.

Yerel lezzetleri tatmadan olmazdı elbette. Şehrin dokusunu yansıtan harika bir mekanda oturup, geleneksel Gulaş çorbasını deneme fırsatı buldum. Ardından, ev yapımı cevizli erişte tatlısının keyfini çıkardım. Misafirperver işletme, tüm bunların üstüne özel bir çay ikram etti; bu ince jest, yemeğimi tamamlayan ve seyahatimi daha da unutulmaz kılan harika bir ayrıntı oldu.

Aklımda ve fotoğraf galerimde eşsiz güzellikler biriktirerek, Budapeşte’ye “Bir dahaki sefere kadar hoşçakal” dedim.

Szeged; Tisza nehri kıyısında iyi kalpli insanların barış içinde yaşadığı küçük ve huzurlu bir şehir. Şehri herhangi bir ulaşım aracına ihtiyaç duymadan rahatlıkla dolaşabilirsiniz (Ben öyle yaptım).

Dom Meydanına çok yakın temiz ve huzurlu bir otelde konakladım. Otelden çıktıktan sonra, yürüyerek kolayca ulaşabileceğim, pek çok kafe ve alışveriş mağazasının bulunduğu Karasz caddesini gezmek oldukça keyifliydi. Oturduğum kafelerde çalışanlara yönelttiğim “Ne önerirsiniz?” sihirli cümlesi ile tanıştığım lezzetlerin tadı hala damağımda. Dom meydanındaki canlılığı ve mimari güzellikleri görmek için zaman ayırdım; özellikle de Szeged Katedrali oldukça etkileyiciydi. Meydanın çevresindeki dar sokaklar ve sevimli mağazalar, şehirde geçirdiğim vakti daha da keyifli hale getirdi.

Museum of Mora Ferenc, Szeged’in kültürel zenginliğini ve tarihini keşfetmek için harika bir yer. Müze, hem konum ve mimari açıdan, hem de sergilenen eserler bakımından etkileyici. Müzede, çeşitli dönemlerden sanat eserleri (çoğunlukla yağlı boya tablolar) ve etnografik objeler sergilenmekte. Sergiler arasında dolaşırken, bölgenin tarihini yansıtan eski fotoğraflar, belgeler ve günlük yaşamda kullanılan eşyalar dikkatimi çekti. Bunlar, Szeged’in gelişimini ve geçmişteki yaşam tarzını anlamama olanak sağladı. Museum of Mora Ferenc, hem tarih meraklıları hem de sanatseverler için mutlaka ziyaret edilmesi gereken bir yer.

Dış cephe tasarımıyla dikkat çeken Reök Sarayı, canlı renkleri, dalgalı hatları ve çiçek motifleriyle büyüleyici bir görünüm sergiliyor. Bina, mimari açıdan oldukça karmaşık ve zarif detaylarla bezenmiş. Cephedeki figüratif süslemeler, yapıya karakteristik bir estetik katarak geçmişten günümüze gelen bir sanat eseri gibi görünüyor. Keşke içini gezme şansım da olsaydı dediğim bu güzel yapı 1907 (FB) yılında Macar bir mimar tarafından tasarlanmış. Szeged’i ziyaret edenler için mutlaka görülmesi gereken yerlerden biri.

Macaristan’daki en büyük ikinci Sinagog olduğunu öğrendiğim Szeged Sinagog’unun dış cephesi, karmaşık geometrik desenlerle ve renkli cam pencerelerle süslenmiş. Büyük kubbesi, yanlarda bulunan iki küçük kubbesi ve ana girişin üzerindeki taş oymaları, yapıyı sadece büyüklükte değil; mimari açıdan da en iddialı yapılar arasına sokmuş. Reök Sarayı gibi içini görmek isteyip de göremediğim bir yer.

Szeged’de geçirdiğim zaman boyunca, şehrin mimari güzelliklerini, kültürel zenginliklerini ve sıcak misafirperverliğini deneyimledim. Dom Meydanı’nın canlılığı, Museum of Mora Ferenc’in tarihi dokusu, Reök Sarayı’nın ve Szeged Sinagogu’nun mimari ihtişamı gibi birçok yerin büyüsünü yaşadım.

Szeged, sadece tarihi ve mimarisiyle değil, aynı zamanda sokaklarında yürürken hissettiğim huzur ve canlılıkla da beni etkiledi.

Hoşçakal Szeged, bir dahaki sefere kadar!